top of page

Yapay Zekâ ve Telif Hakkı: Fotoğrafçılığın Tarihinden Alınacak Dersler

  • Yazarın fotoğrafı: Av. Ahmet Çağrı KARACA
    Av. Ahmet Çağrı KARACA
  • 24 Eyl
  • 5 dakikada okunur

Yapay Zekâ ve Telif Hakkı: Fotoğrafçılığın Tarihinden Alınacak Dersler Üzerine Bir İnceleme


Bu çalışma, Oxford University Press tarafından yayımlanan prestijli Journal of Intellectual Property Law & Practice dergisinin 2025 yılı 20. cilt, 8. sayısında yer alan ve Durham Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Fikri Mülkiyet Hukuku alanında Doçent Doktor (Assistant Professor) olarak görev yapan Van Anh Le tarafından kaleme alınan "Copyright of photography and artificial intelligence: a tale of two technologies" başlıklı makaleyi temel almaktadır.

Söz konusu makale, üretken yapay zekânın (YZ) fikri mülkiyet hukuku alanında yarattığı karmaşık ve yeni hukuki sorunu, son derece isabetli bir metodolojiyle, yani tarihsel bir analoji kurarak aydınlattığı için okuyucuyla paylaşılmaya değer bulunmuştur. Yazar, günümüzdeki YZ tartışmalarının benzersiz olmadığını, aksine 19. yüzyılda fotoğrafçılığın bir sanat dalı olarak kabulü ve telif hukuku korumasına dahil edilmesi sürecinde yaşanan felsefi ve hukuki meydan okumalarla çarpıcı paralellikler taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, mevcut hukuki normların ani ve radikal reformlara ihtiyaç duymadan, içtihatlar yoluyla nasıl evrilebileceğine dair öngörüler sunarak hem akademisyenler hem de uygulayıcılar için yol gösterici bir nitelik taşımaktadır.


Makalenin Temel Tezi ve Hukuki Analizi


Makalenin ana tezi, yapay zekânın telif hukuku nezdindeki statüsünün, teknolojik aracılığın insan yaratıcılığını ne ölçüde gölgede bıraktığına ilişkin tarihsel bir gerilimin modern bir yansıması olduğudur. Yazar, bu tezi ABD hukukundaki temel davalar üzerinden temellendirmektedir.

Merkezdeki tarihsel dayanak, ABD Yüksek Mahkemesi'nin 1884 tarihli Burrow-Giles Lithographic Co. v. Sarony kararıdır. O dönemde fotoğrafın, sadece kimyasal ve mekanik süreçlerin bir sonucu olduğu ve dolayısıyla ABD Anayasası'nın eser sahibine tanıdığı korumadan yararlanamayacağı iddia edilmekteydi. Ancak Yüksek Mahkeme, fotoğrafçı Napoleon Sarony'nin Oscar Wilde portresini incelerken, Sarony'nin sadece deklanşöre basmadığını; bunun ötesinde öznenin pozunu, kostümünü, arka planı, ışık ve gölge ayarlarını bizzat düzenlediğini tespit etmiştir. Mahkeme, bu eylemlerin fotoğrafçının "özgün zihinsel tasarımını" (original mental conception) yansıttığına ve bu nedenle ortaya çıkan fotoğrafın, mekanik bir ürün değil, korunmaya değer bir eser olduğuna hükmetmiştir. Bu karar, eserin "özgün" kabul edilmesi için "alın teri" (sweat of the brow) veya harcanan emeğin yeterli olmadığını, eserin yaratıcısının zihinsel ve yaratıcı bir katkı sunması gerektiğini ortaya koyan Feist Publications, Inc. v. Rural Telephone Service Co. kararı gibi sonraki içtihatların da temelini atmıştır.

Yazar, bu temelden hareketle günümüz YZ tartışmalarını analiz etmektedir. ABD Telif Ofisi (USCO) ve mahkemelerin vardığı sonuçlar, Burrow-Giles kararındaki mantığın devamı niteliğindedir:

  • Thaler v. Perlmutter Davası: Stephen Thaler'ın tamamen otonom bir YZ'nin ürettiği görseli tescil etme talebi, eserde bir "insan eser sahibi" (human author) bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Mahkeme, 1976 tarihli ABD Telif Hakkı Yasası'nın (Copyright Act of 1976) insan yaratıcılığını teşvik etme amacına dayandığını ve insan müdahalesi olmadan ortaya çıkan ürünlerin bu korumanın dışında kaldığını kesin bir dille ifade etmiştir.

  • Zarya of the Dawn ve Théâtre d’Opéra Spatial Vakaları: Bu vakalarda, kullanıcılar YZ'ye yüzlerce detaylı komut (prompt) girmiş ve ortaya çıkan görseller arasından seçimler yapmıştır. Ancak USCO, bu süreci eser sahipliği için yeterli bulmamıştır. USCO'nun akıl yürütmesi şöyledir: Kullanıcının verdiği komutlar (prompt) birer fikir niteliğindedir. Oysa telif hukuku fikirleri değil, bu fikirlerin özgün ifade biçimlerini korur. Üretken YZ sistemleri, aldıkları komutları kendi algoritmaları ve veri setleri temelinde, kullanıcı tarafından öngörülemeyen ve doğrudan kontrol edilemeyen bir ifadeye dönüştürür. Kullanıcının girdi (prompt) ile YZ'nin çıktısı (görsel) arasında "anlamlı bir mesafe" vardır. Bu nedenle, eserin ifade biçimi üzerindeki yaratıcı kontrol kullanıcıda değil, makinededir. Bu durum, fotoğrafçının kompozisyonun her unsurunu kontrol ettiği Burrow-Giles vakasından temel bir fark arz etmektedir.


Türk Hukuku Perspektifinden Karşılaştırmalı Bir Analiz


Makaledeki analiz, Türk fikri haklar sistemi açısından da doğrudan geçerli ve aydınlatıcıdır. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK), ABD hukuk sistemindeki gibi insan merkezli ve özgünlük temelli bir koruma anlayışını benimsemektedir.

  1. Eser Sahibi ve "Hususiyet" Şartı: FSEK Madde 8, "Bir eserin sahibi, onu meydana getiren (gerçek) kişidir" hükmüyle eser sahipliğini insana özgülemiştir. Aynı zamanda FSEK Madde 1/B, bir fikri ürünün "eser" sayılabilmesi için "sahibinin hususiyetini taşıması" gerektiğini şart koşar. Yargıtay içtihatlarında "hususiyet", eserin yaratıcısının kişiliğini, özgün bakış açısını, yaratıcı tercihlerini ve estetik anlayışını yansıtması olarak yorumlanmaktadır. Bu, ABD hukukundaki "originality" (özgünlük) ve "human authorship" (insan eser sahipliği) ilkeleriyle tam bir uyum içindedir. Dolayısıyla, Thaler davasındaki gibi tamamen YZ tarafından üretilmiş bir içeriğin FSEK kapsamında eser olarak korunması mümkün değildir.

  2. Fikir-İfade Ayrımı ve Komutların (Prompts) Hukuki Niteliği: Türk hukukunda da yerleşik olan fikir-ifade ayrımı (idea-expression dichotomy) ilkesi uyarınca, fikirler serbestçe kullanılabilirken, korunan şey bu fikirlerin özgün bir şekilde dışa vurumudur. Bir YZ kullanıcısının girdiği komutlar, ne kadar detaylı olursa olsun, genellikle bir "fikir" veya "konsept" aşamasında kalır. Örneğin, "sürrealist bir tarzda, okyanus kenarında piyano çalan bir astronot" komutu bir fikirdir. YZ'nin bu fikri hangi renklerle, hangi kompozisyonla, hangi fırça darbeleriyle veya hangi stilistik unsurlarla "ifade" edeceği ise büyük ölçüde kendi içsel süreçlerine bağlıdır. Kullanıcı bu ifade biçimi üzerinde Burrow-Giles davasındaki fotoğrafçı gibi doğrudan bir kontrole sahip olmadığından, ortaya çıkan görselin "sahibinin hususiyetini" taşıdığı iddia edilemez. Bu nedenle, USCO'nun vardığı sonuçların Türk mahkemeleri tarafından da benimsenmesi kuvvetle muhtemeldir.

  3. Çin Mahkemesi Kararının Türk Hukuku Açısındaki Yeri: Makalede atıf yapılan Çin mahkemesinin Stable Diffusion kararı, kullanıcının yoğun çabasını ve yönlendirmesini eser sahipliği için yeterli görmüştür. Bu yaklaşım, FSEK'in katı "hususiyet" ölçütünden uzaklaşarak, Anglo-Sakson hukukunda terk edilmiş olan "alın teri" doktrinine yakın bir pozisyonu yansıtmaktadır. Türk hukuk sisteminin böyle bir yorumu benimsemesi, FSEK'in temel felsefesinde köklü bir değişiklik anlamına gelir ve mevcut yasal çerçeveyle bağdaşmamaktadır.


Sonuç ve Değerlendirme


Van Anh Le'nin makalesi, yapay zekâ çağında telif hukukunun geleceğine ilişkin rasyonel ve dengeli bir yol haritası sunmaktadır. Yazarın vardığı nihai sonuç, hukukun teknoloji karşısında panikle yeni ve radikal yasalar çıkarmak yerine, mevcut temel ilkeleri sağlam bir şekilde koruyarak ve içtihatlar yoluyla esneterek adapte olması gerektiğidir. Bu bağlamda, makalede sunulan öneriler, Türk hukuku açısından da dikkate değerdir:

  • Le'nin "yeni bir fikri mülkiyet modeli" önerisi, FSEK'in mevcut "eser" tanımının, yoğun insan katkısı içeren ancak tam anlamıyla "hususiyet" şartını karşılamayan YZ-insan iş birliği ürünlerini korumasız bırakabileceği gerçeği karşısında, Türkiye'de de komşu haklar veya sui generis bir koruma rejimi tartışmalarını başlatabilir.

  • "İnsan yönetimindeki araçlar ile otonom sistemler arasındaki ayrımın netleştirilmesi" tavsiyesi, mahkemelerin gelecekteki davalarda bir YZ modelinin ne kadar "araç" ne kadar "yaratıcı" olduğunu tespit ederken kullanacağı teknik ve hukuki kriterlerin geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, bilirkişi incelemeleri ve teknoloji uzmanlarının görüşlerinin önemini artıracaktır.

  • "Eser sahipliği kavramının kapsamının genişletilmesi" fikri, en tartışmalı olmakla birlikte, teknolojinin insan yaratıcılığıyla tamamen iç içe geçtiği bir gelecekte, FSEK Madde 8'deki "meydana getiren kişi" tanımının nasıl yorumlanacağı sorusunu gündeme getirmektedir.

Sonuç olarak, 19. yüzyılda fotoğraf makinesinin icadı, sanatı veya sanatçıyı yok etmemiş, aksine onlara yeni bir ifade aracı sunmuştur. Hukuk da bu aracı icat edeni değil, o aracı kullanarak "özgün zihinsel tasarımını" esere yansıtan insanı "eser sahibi" olarak tanımıştır. Yapay zekâ da benzer bir şekilde, insan yaratıcılığını ortadan kaldırmaktan ziyade onu dönüştüren güçlü bir araçtır. Telif hukukunun görevi, bu aracın arkasındaki anlamlı, yönlendirici ve özgün insan iradesini tespit etmek ve onu korumaktır. Bu denge kurulmadığı takdirde, FSEK'in temel amacı olan insan yaratıcılığını teşvik etme ve kültürel zenginliği artırma misyonu, otonom sistemler tarafından üretilen sonsuz içerik seli karşısında erozyona uğrama riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


© Copyright Ahmet Çağrı KARACA Hukuk Danışmanlık
  • LinkedIn Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
bottom of page