top of page

Tabağımızdaki Kriz: Gıda Hukuku Sağlığımızı Korumakta Neden Yetersiz Kalıyor?

  • Yazarın fotoğrafı: Av. Ahmet Çağrı KARACA
    Av. Ahmet Çağrı KARACA
  • 24 Eyl
  • 3 dakikada okunur

ÖZET

Bu analiz, Oxford University Press tarafından yayınlanan prestijli Human Rights Law Review dergisinin 2025 tarihli sayısında yer alan bir makaleye dayanmaktadır. Makale, Hollanda'daki Wageningen Üniversitesi & Araştırma Merkezi Hukuk Grubu'ndan Maria El Gemayel ve Inga T. Winkler tarafından kaleme alınmıştır.


AÇIKLAMALAR

Avrupa'da ve Türkiye'de sessiz bir salgın var: Obezite ve ona bağlı diyabet, kalp hastalıkları gibi kronik rahatsızlıklar, toplum sağlığını ve sağlık sistemlerini tehdit eden bir çığ gibi büyüyor. Bu krizin sorumlusu olarak genellikle tek bir adres gösterilir: Bireyin kendisi. Ancak El Gemayel ve Winkler'ın ufuk açıcı makalesi, bu basit suçlamanın ardındaki sistemik körlüğü gözler önüne seriyor ve sorunun kökenine, yani gıda hukukunun ta kendisine iniyor. Yazarlar, mevcut yasal çerçevenin sağlığımızı korumak yerine, bizi sağlıksız gıda çevrelerinin insafına bıraktığını iddia ederek, radikal bir paradigma değişimi öneriyor: Gıdayı bir meta olarak değil, temel bir insan hakkı olarak yeniden düşünmek.


Hukuki Miyopluk: "Güvenli Gıda" Neden "Sağlıklı Gıda" Anlamına Gelmiyor?


Makalenin en çarpıcı tespiti, hem AB hukukunun hem de bu mevzuatı büyük ölçüde örnek alan Türkiye'nin gıda yasalarının temelindeki bir zafiyeti ortaya koymasıdır. Mevcut hukuk, "gıda güvenliği" kavramına odaklanmıştır. Bu, hukuki açıdan bir tür "yasal miyopluk" yaratmaktadır. Yasa koyucu, gıdanın içindeki bir bakteri gibi ani ve somut tehlikelere karşı tüketiciyi korumayı hedeflerken, yıllar içinde yavaş yavaş biriken ve toplum sağlığını çok daha derinden tahrip eden kronik riskleri (aşırı şeker, tuz, işlenmiş yağ tüketiminin yol açtığı hastalıklar gibi) görmezden gelmektedir. Türk Gıda Kodeksi de bu anlayış üzerine kuruludur; odak noktası hijyen, etiketleme ve katkı maddelerinin anlık zararlarını önlemektir.

Bu yaklaşım, tüm sorumluluğu "bilinçli tüketiciye" yükler. Etiketleri okuyup doğru kararı vermesi beklenen birey, aslında devasa bir endüstrinin pazarlama stratejileri, fiyat politikaları ve ürün yerleştirmeleriyle şekillendirilmiş bir gıda ortamında tek başına bırakılmıştır. Hukuk, bu ortamı düzenlemek yerine, bireye sadece bir etiket uzatarak koruyucu işlevini yerine getirdiğini varsayar. Türkiye’de uygulamaya konulan "Okul Gıdası" logosu gibi iyi niyetli girişimler dahi, bu sistemik sorunun sadece küçük bir parçasını hedef alabildiği için genel tabloyu değiştirmekte yetersiz kalmaktadır.


Paradigma Değişimi: Gıda, Piyasanın Değil, Hukukun Koruması Altındadır


Yazarlar, bu miyop bakışa karşı evrensel bir ilkeyi hatırlatıyor: İnsan hakları. "Yeterli gıda hakkı" ve "sağlık hakkı", devletlere sadece tehlikeli olanı yasaklama (negatif yükümlülük) değil, aynı zamanda sağlıklı olanı teşvik etme ve herkes için erişilebilir kılma (pozitif yükümlülük) görevi yükler. Bu, gıdayı piyasanın insafına bırakılmış bir "meta" olmaktan çıkarıp, devletin korumakla yükümlü olduğu bir "hak" statüsüne yükseltmektir.

Bu perspektiften bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56. maddesindeki "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir... Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla..." ilgili amir hükmü, devlete bu pozitif yükümlülüğü açıkça yüklemektedir. Anayasal bir görev olan "beden sağlığını koruma", gıda ortamını düzenlemeden ve vatandaşını kronik hastalıklara mahkum eden bir piyasa yapısına müdahale etmeden tam anlamıyla yerine getirilemez. Dolayısıyla, makalenin AB için yaptığı insan hakları temelli eleştiri, Türkiye için anayasal bir zorunluluğun altını çizmektedir.


Çözüm Yolu: Hukuku Halk Sağlığının Hizmetine Sunmak


Peki bu hak temelli yaklaşım pratiğe nasıl dökülebilir? El Gemayel ve Winkler, mevcut yasal yapıyı yıkmak yerine onu dönüştürecek zekice hukuki manevralar öneriyor. Temel fikir, AB Genel Gıda Tüzüğü'ndeki "tehlike" kavramının kapsamını genişletmektir. Bu, mevcut bir kavramın içini yeniden doldurarak devrimci bir sonuç elde etme potansiyeli taşıyan bir yaklaşımdır. Eğer bir ürünün besin profili, uzun vadede halk sağlığı için kanıtlanmış bir risk oluşturuyorsa, bu da bir "tehlike" olarak kabul edilmelidir.

Bu temel üzerine, tedarik zincirinin her halkasına yönelik hedefli müdahaleler inşa edilebilir:

  • Tarladan Başlamak: Türkiye'nin tarımsal destekleme politikaları, sadece verim ve ihracat odaklı olmaktan çıkarılıp, halkın ihtiyacı olan besleyici ürünlerin (meyve, sebze, baklagiller) üretimini teşvik edecek şekilde yeniden tasarlanabilir mi? Bu, gıda hakkını güvence altına almanın ilk adımıdır.

  • İşlenmiş Gıdaları Düzenlemek: Türkiye'de de sıkça gündeme gelen "şeker vergisi" gibi mali politikalar, sağlıksız ürünlerin tüketimini caydırırken, buradan elde edilecek gelirle sağlıklı gıdalara sübvansiyon sağlanabilir. Mevcut Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) mevzuatı, böyle bir düzenleme için teknik altyapıyı sunmaktadır; eksik olan siyasi iradedir. Ayrıca, tıpkı AB'nin trans yağlara getirdiği yasak gibi, Türkiye de çocuk obezitesine neden olan ürünlerdeki şeker ve tuz oranlarına yasal üst sınırlar getirebilir.

  • Pazarlamanın Gücünü Kırmak: RTÜK'ün çocuklara yönelik reklam düzenlemeleri, dijital platformların ve sosyal medyanın agresif pazarlama taktikleri karşısında ne kadar etkilidir? Özellikle çocukları hedef alan ve onları ultra işlenmiş gıdalara özendiren her türlü pazarlama faaliyetine karşı çok daha katı ve kapsamlı yasal önlemler alınması, sağlık hakkının bir gereğidir.

  • Kamu Alımlarında Devrim: Türkiye'de Kamu İhale Kanunu'nun "en düşük fiyat" takıntısı, okullarda, hastanelerde ve kamu yurtlarında besin değeri hiçe sayılmış menülerin sunulmasına neden olmaktadır. Kamu kaynaklarının, en ucuz olanı değil, halk sağlığına en çok faydayı sağlayacak olanı, yani "en iyi değeri" satın alacak şekilde kullanılması anayasal bir zorunluluktur.


Nihayetinde bu makale, sadece Brüksel'deki politika yapıcılar için değil, aynı zamanda Türkiye'deki hukukçular, sağlık profesyonelleri ve her birimiz için bir çağrıdır. Tabağımızdakinin ne olduğunu ve neden orada olduğunu sorgulamak, basit bir tüketici tercihinden öte, temel bir vatandaşlık hakkıdır. Hukuk, piyasanın kurallarını halk sağlığının lehine yeniden yazacak güce sahiptir; yeter ki bu gücü kullanmayı talep edelim.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


© Copyright Ahmet Çağrı KARACA Hukuk Danışmanlık
  • LinkedIn Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
bottom of page